"1438'de bir yaz ortası gününde, Cenevre Gölü'nün kuzey kıyısından genç bir adam, kendisini yerel kilise müfettişine sundu. Yapması gereken bir itiraf vardı. Beş yıl önce babası onu şeytani bir cadı kültüne katılmaya zorlamıştı. Geceleri bir çayırda toplanan yüzden fazla kişiye katılmak için küçük siyah bir at üzerinde uçmuşlardı. Şeytan da oradaydı, kara bir kedi şeklinde. Cadılar onun önünde diz çöktü, ona taptılar ve arkasını öptüler. Genç adamın babası zaten bir cadı olarak idam edilmişti. Muhtemelen soruşturmacılara duymak istediklerini gönüllü olarak söyleyerek daha hafif bir ceza almaya çalışıyordu."
Aslında cadılık suçuyla yargılananların tüm itirafları neredeyse aynıydı. Şeytana taptıkları, diğer cadılarla toplanıp alemler yaptıkları(Şabat), öldürülen bebekleri yedikleri, büyü ile insanlara ve hayvanlara zarar verdikleri, veba başta olmak üzere salgın hastalıklara, kuraklığa ya da kıtlığa sebep oldukları ve diğer tüm iğrenç suçlar... İşkence altında verilen ifadeler kilise ve devlet otoritelerinden oluşan bir zümrenin duymak istedikleriydi.
Cadı avı çağı Ortaçağ'ın karanlık yüzü olarak bilinse de aslında sadece 23 yıllık bir süreyle Ortaçağ'ın sonlarını ve Yeniçağ'ın neredeyse tamamını, 1430-1780 tarihleri arasındaki 350 yıllık dönemi, kapsar.
Peki bu cadı klişesi nasıl ortaya çıktı?
Bilim insanları bu sorunun cevabını bulmak için, 1420'lerde İsviçre Alpleri'nin Valais bölgesinde sapkınlıkla savaşmak için gönderilen gezgin keşişlere işaret ediyor. Almanya, Fransa ve İsviçre'nin kesiştiği bu dağlık bölgede kasabadan kasabaya seyahat ederken, vaaz eden bu rahipler halkın korkularını özümsediler ve yetkililere ilettiler.Bir grup ilahiyatçı bu insanların korkularını ve kulaktan dolma hikayelerini belgelemeye karar verdi. Cadıları yok etmek için şeytan bilim el kitapları ve kılavuzlar yayınlamaya, vaazlar vermeye başladılar ve cadıların ne yaptığına dair fikirleri pekiştirdiler. Örneğin 1487'de bir Alman Katolik müfettişi tarafından bir bebek-yağ büyücüsünün anlatıldığı, temelde cadı öldürme rehberi olarak hazırlanan Malleus Maleficarum ( Cadıların Çekici) adlı kitap yayımlandıktan sonra yaklaşık iki yüzyıl boyunca, İncil dışındaki tüm kitaplardan daha fazla sattı. El birliği ile tam bir paranoyaya dönüştürülen cadılık kavramı ile üç yüz yıl boyunca 100.000 kadar insan öldürüldü.
İnsanların 'cadılık' uydurmasına inanması dönemin koşulları düşünüldüğünde çok da zor değildi. Avrupa birçok krizin içindeydi. Veba, savaşlar, aniden ortaya çıkan küçük buzul çağı, kıtlık, kiliseler arasındaki rekabet, Protestan Reformu, Rönesans, matbaanın bulunmasıyla yeni fikirlerin yayılma hızı... Şimdi bu koşullara kısa kısa değinelim.
Küçük Buz Çağı:
Küçük Buz Çağı ortaya çıktığında Avrupa'da hava aniden soğudu. Donlar, seller, dolu fırtınaları, fare ve tırtıl istilaları köyleri harap etti. Neredeyse hiç bitmeyen uzun kışlar yüzünden mahsuller çıkmadı ve beraberinde enflasyon, kıtlık ve salgın hastalık sorunlarıyla insanlar yalnız bırakıldı. Bu açlık ve terk edilmişlik elbette insanların onlara kurtuluş umudu veren her hikayeye inanmasını açık hale getirecekti. İnsanlar Antik Çağ'dan beri her türlü büyüye, canavarlara ve perilere zaten inanıyordu. Ekolojik felaketlerin önüne geçmek için insanların kurban edildiği tarihsel hafıza çok da uzak değildi. Yöntem basitti. Önce korkuyu sal sonra en iyi korumayı sağlayacağına dair temenniler ver. İşte kiliseler arasındaki yarış bu noktada ortaya çıktı.
Protestan Reformu:
Erken modern Avrupa'da Protestanlık, Katolik kilisesinin nüfus üzerindeki hakimiyetine karşı gerçek anlamda ilk gerçek meydan okuyucu olarak ortaya çıktı. Halkın haklarını savunan Alman ilahiyatçı, besteci, rahip ve keşiş Martin Luther'in yazdığı 'Doksan beş tez', Protestan Reformu'na ivme kazandırdı.
Doksan beş Tez, kilise vaizleri tarafından Endüljans(kilise tarafından satılan günahların affedildiğine dair belge) satışına karşı, 1517'de Martin Luther tarafından yazılmış ve Protestan Reformu'nun başlamasına sebep olduğu iddia edilen doksan beş maddeden oluşan tezdir.
Papa'nın Luther'i kafir ilan etmesi ve Doksan Beş Tez'i yasaklaması hiç gecikmedi. Kilise ara sıra kendisine meydan okuyanları sapkınlıkla suçluyor ve bir şekilde susturuyordu. Ancak halkında desteğini alan Luther için bu strateji pek işe yaramadı.
Rönesans :
Aslında tüm bu Reformasyon süreci öncesinde zaten, şimdi Rönesans diye anlattığımız dönem başlamıştı. Rönesans tipik olarak Avrupa tarihinde yaklaşık 1400 ile 1600 tarihleri arasındaki dönemi ifade eder.
Rönesans ile beraber Bilim ve Sanatın yeniden doğuşu gerçekleşti. 1440 yılında Johannes Gutenberg tarafından Matbaanın icadı gerçekleşti. Matbaanın icadı, İncil'in Latince dışındaki dillerde yayılmasına izin verdi. Sıradan insanlar artık Kutsal Kitap'ın derslerini okuyup öğrenebiliyorlardı, bu da Evanjelik harekete yol açtı. Evanjelikler, kilisenin kurumsal gücünden ziyade Kutsal Yazıların önemini vurguladılar ve kurtuluşun hoşgörü veya işlerden ziyade kişisel dönüşüm olduğuna inandılar. Klasik metinlerin yeniden ortaya çıkışı ve Rönesans hümanizmindeki yükseliş toplumun dine yaklaşımı kilisenin otoritesini ciddi anlamda sarsacaktı. Edebiyat, sanat ve müzik alanında verilen eserler matbaa sayesinde hızlıca yayılıyordu. Bilim insanları klasik metinleri inceledikçe astronomi, anatomi ve tıp, coğrafya, simya, matematik ve mimarlık çalışmalarında bir tırmanış yaşanıyordu. Ve en önemlisi kilise artık bilim insanlarının çalışmalarını rahatça engelleyemeyecek, onları şeytanlaştırıp büyücülük yapmakla suçlayamayacak veya hapse atamayacaktı. Öyle ya teleskopu geliştiren, yeni gök cisimlerini keşfeden, Newton'un keşiflerinin yolunu açan Galileo Galilei bilimsel deneylerinden dolayı Katolik Kilisesi tarafından zulme uğramış hayatının son dokuz yılını ev hapsinde geçirmeye zorlanmıştı.
Dahası hükümdarlar kilise olmadan da güçlerini sürdürebileceklerini fark etmeye başladılar. Feodalizmin çöküşü ve kapitalist piyasa ekonomisinin yükselişi söz konusuydu. Artan ticaret ve Veba'nın neden olduğu iş gücü kıtlığı orta sınıf diye bir zümre ortaya çıkardı ve serflik sona erdi.
Dünya uyandıkça kilisenin gücü daha da azalacaktı. Tüm o cadılıkla mücadele saçmalığı kilisenin son kozlarından biri olacaktı. Cadı Avı Çağını bitirmeden önce son olarak itiraf için yapılan işkencelere göz atılmalı.
Cadılık deneyleri: Cadılıkla suçlanan sanıklara itiraf için yapılan işkenceler
Temelde şeytanla iş birliği yaptığı var sayılan kişiler cadılık ile suçlanırdı. Sadece büyücüler ve cadılar değil katiller, zina yapan kadınlar, fahişeler, çocuk katilleri, hırsızlar, hokkabazlar, dilenciler, soylular, serseriler ve hatta rahipler, kısacası toplumsal huzuru bozduğu düşünülen herkes hızla yargılanarak darağacına gönderiliyordu. Başlangıçta cadılık suçunun cezaları hapis ya da pranga cezası gibi nispeten daha yumuşak iken sonrasında idam ve diri diri yakılmaya dönüşmüştür. Zanlı yakılırken etraftakileri rahatsız edip korkutmasın diye ağzına çığlık atmasını engelleyen bir düzenek yerleştirilirdi. Cadılık suçunu işkenceyle itiraf ettirilmeye çalışılırdı. Bu işkenceleri yazar Haydar Akın, Cadılar ve Cadı Avı adlı kitabında 'deneyler' diye anlatmış. İşte yazarın kitabından alıntılar."Kızgın demir deneyinde ateşte ısıtılarak kızdırılmış demir bir çubuk, sanığa iki eliyle tutması için verilir; kızgın demir çubuğu bir süre elinde tutan sanığın daha sonra ellerinin durumu incelenir. Şayet sanığın elleri yanmamış veya çok az yanmış ise, sanığın demonlar ve Şeytan tarafından korunduğu, ateşe karşı dayanıklı kılındığına inanılarak Şeytan'la işbirliği içinde olduğuna hükmedilir. " ¹
"Sanıkların cadı olup olmadıklarını tespit için sıklıkla başvurulan bir diğer yöntem 'ağla(yama)ma deneyi'dir; sanığın yanında bulunan bir rahip sanığın suçsuz ise ağlayabileceğini, şayet ağlayamıyorsa kendisini Şeytan'ın engellediğini, bu tutsaklıktan kurtulması için kendisine bir şans verildiğini yineler. Bu ritüel sonucunda gözlerinden yaş gelmeyen sanık suçlu bulunur, zira Şeytan'ın tutsaklığından ruhunu kurtaramamıştır. " ²
Bir diğer deney insan vücudu üzerinde 'Şeytan emareleri(stigma diabolicum)'nin arandığı 'İğne deneyi'' dir.
"Sanığın giysilerinin tamamı çıkarılarak vücudundaki lekeler, benler, siğiller veya deri üzerindeki olağandışı kabartılar incelenir; saçları, cinsel organlar çevresindeki ve koltuk altlarındaki kılları tıraş edilerek Şeytan'la işbirliğine kanıt olabilecek izler aranır. Bu araştırmalar sırasında sivri uçlu, kesici büyük iğne veya ince uçlu şiş benzeri araçlar kullanılır; büyük bir iğne teker teker siğillere, benlere, lekelere batırılarak kan çıkıp çıkmadığına bakılır; kan akmaması sanığın Şeytan'la işbirliğine girmiş olduğunun kanıtıdır." ³
"Örneğin İngiltere'de cadı avını doruk noktasına taşıyan Witch-Finder-General unvanlı ünlü cadı avcısı Matthew Hopkins 1645 yılında sahneye çıktığında ünü hızlıca yayıldı. Henüz yirmi beş yaşında olmasına rağmen sanıkların üzerinde uyguladığı iğne deneyi sayesinde çok kısa sürede kendisine hatırı sayılır bir servet yaptı. Her muayeneden kırk şilin alan Hopkins yalnızca bir yılda ortak özellikleri yaşlı ve yoksul olmak olan yüz civarında kadını darağacına göndermiştir." ⁴
Bu deneylerden muhakak ki en acımasız olanı 'soğuk su deneyi'dir. Zira sanığın yaşama şansı bile yoktur.
"Sanık çıplak bir vaziyette elleri ve ayakları birbirine önden bağlı olacak şekilde yüksek bir yerden(köprü vb.) suya bırakılır veya derin bir suya atılır. Sanığın beline veya ayaklarına bağlanan ipin ucunu, sanığı gereğinde sudan çekmek için cellat elinde tutar. Sanık suda batmadan kalır, yüzerse bedenin demon(Şeytan) tarafından işgal edildiğine inanılır ve derhal yakılarak idam edilir. Şayet suda batarsa boğulmaya terk edilir, böylece ruhunun öbür dünyaya arınmış bir halde yollandığına inanılır. "⁵
Kaynak:
https://qz.com/1183992/why-europe-was-overrun-by-witch-hunts-in-early-modern-history/
https://www.livescience.com/55230-renaissance.html
https://theconversation.com/the-invention-of-satanic-witchcraft-by-medieval-authorities-was-initially-met-with-skepticism-140809
¹¹,¹ ,² ,³, ⁴,⁵- (Syf. 257, S.298,299,295,281,296-297) : Ortaçağ Avrupası'nda Cadılar ve Cadı Avı- Haydar Akın
Yorumlar
Yorum Gönder